BİR OKUYUCUMDAN samimi bir mektup almıştım. Şu sonsuzluğu bir türlü anlayamıyorum, diyordu. Çok uğraştığı ve çaresiz kalarak kaleme sarılıp bana mektup yazdığı, tatlı üslubundan hemen hissediliyordu.
Mektubu okuyunca elimde olmadan gülümsedim:
Bir fâni, sonsuzluğu bir başka fâniye soruyordu.
Anlatabilmek için anlamak gerek. Şu var ki, anlamak başka inanmak daha başkadır. Şimdi ben kesinlikle inandığım, ama mahiyetini bilmekten aciz oluğum “sonsuzluk” hakikatini, bir fâniye anlatmak mecburiyetindeydim.
Ezelî ve ebedî olan Allah’ın lütfuna sığınarak bir şeyler yazmaya karar verdim. Bu kararımla birlikte hatırıma Nur’lardan şu vecize geldi:
“Ezelî olan elbette ebedîdir. Kadîm olan elbette bâkîdir. Vacib-ül Vücud olan elbette sermedîdir.”
İnsanoğlu her şeyiyle sınırlı. Hayatının bir başlangıcı var. Her başlangıç bir sondan haber verdiği için bu hayatın bir de sonu olacaktır. İşte, başı ve sonu olan bu kısa hayat içerisinde, insan her yönüyle sınırlı işler görebiliyor. Kulağı belli bir frekansta işitmeye başlıyor ve yine belli bir noktada tâkatten düşüyor, ondan ötesini işitemez oluyor. Ağzından çıkan kelime de öyle. Belli bir mesafeden sonra artık işitilmiyor.
Madde âleminde açıkça görünen bu hakikat, ruh âleminde de geçerli...
İnsan aklı her şeyi anlayamıyor. Zira, öğrenmesinin bir başlangıcı var. Başlangıcı olan ilim sonsuz da olamıyor; tıpkı hayat gibi...
Sonu olmayan ancak ezelî olan Allah...
İnsan aklının aczinde başlangıç noktası, kendini anlayamaması... Şu sınırlı akıl, henüz kendini anlamış değilken nasıl oluyor da sonsuzu anlamaya kalkışabiliyor?..
Üçün dörtten küçük olduğunu bilen insanoğlu, yine kesinlikle bilir ki, ben üçten dördü çıkarmaya kalkışırsam menfî bir sonuçla karşılaşırım. Bunu bildiği halde, sınırlı olan aklına sonsuzluğu sıkıştırmaya çabalıyorsa, sonucun eksi sonsuz, yâni sonsuz bir menfî olacağını da baştan kabul etmiş demektir.
İnsan sonsuzu anlayamaz, ama sonsuza inanabilir... Bu da insanoğluna büyük bir İlâhî lütuf... Yoksa, bütün sıfatları sonsuz olan Rabbine nasıl iman edecekti?
Bu vâdide insanoğluna bir mukayese imkânı, bir fikir yürütme, istidlâl gücü verilmiş. Bu güç sayesinde çok iyi bilir ki, bu âlemde benim bir başlangıcım ve sonum olduğu gibi, her şeyin de yine bir ilk ve son noktası var.
Ölüm kanunu sadece insan için geçerli değil. Mahlûk, sonradan var edilen demektir ve her mahlûk fânidir. Kur’an’ın haberiyle, “Her nefis ölümü tadacaktır.”
Başlangıcı ve sonu olan her şey bize şu hakikati ders verir:
Bu varlıkların yaratıcısı ezelî ve ebedîdir.
İşte, “Vacib-ül Vücud olan elbette sermedîdir.” ifadesi bu iki hakikati birlikte haykırır. Sermedî, hem evveli hem de âhiri olmayan demektir.
“Ben göğe yere sığmadım, ancak müminin kalbine sığdım.” Hadis-i Kudsîsi, evveli ve âhiri olmayan Allah’a, insan kalbinin iman edebilmesindeki sonsuz lütfu ders verir bize.
Yeri gelmişken, sonsuzluğu anlayamadığını söyleyen okuyucuma şunu sormak isterim:
Senin anlayamadığın sadece bu kadar mı?
Meselâ, yerin eşyayı nasıl çektiğini anlayabiliyor musun?
Güneşin, gezegenlerini nasıl çekip çevirdiğini kavrayabiliyor musun?
Ruhunun, aklının, hayâlinin, hâfızanın mahiyetlerini biliyor musun?
Elma ağacının içindeki, o çamuru elma yapan faaliyeti izah edebilmiş misin?
Yumurta nasıl oluyor da, uçan bir kuş oluyor. Nufte dokuz ay sonra nasıl ağlıyor, görüyor, işitiyor?
Bunlar akıl alacak şeyler mi?
Bu âlemde insanın göremedikleri gördüklerinden, anlayamadıkları anladıklarından, bilmedikleri bildiklerinden çok fazla. İnsanın, bu fâni eşyayı anlamış gibi, bekâyı anlamaya kalkışması onu en azından yorar. En azından diyorum, çünkü bu gibi yersiz arayışların insanı yanlış yola götürme ihtimali de vardır.
İnsanın sonsuzu anlama gayreti iki ayrı sahada cereyan ediyor. Birisi, İlâhî sıfatların, diğeri de âhiret hayatının sonsuzluğu... Bu ikisi arasında, gözden kaçmaması gereken önemli bir farklılık var:
Âhiretteki sonsuzluktan söz edildiğinde zihinlerde hemen zaman ve müddet kavramları canlanır. Sonu gelmeyen, tükenmeyen, fâni olmayan, arızalanmayan bir hayat... Burada “ibka” hakikati karşımıza çıkar. Yâni, Cenâb-ı Hakk’ın bir şeyi sonsuz kılması... Ona verdiği varlığı ve hayatı, ebediyen onun elinde bırakması. Bunu aklın almaması için bir sebep olmasa gerek.
Şimdi şöyle bir düşünelim:
Kıyamet kopmasa, dünyada ebediyen insan yaratılacaktır değil mi? Bunu her akıl kabul eder. Kimsenin aklına günün birinde insan neslinin tükeneceği gelmez. Aksine, artacak olan bu nüfusun getireceği problemler zihinleri meşgul eder.
Şimdi soralım: Bu dünyada ebediyen insan yaratılmasına akıl erdiren insan, nasıl oluyor da âhiretteki sayılı insanın ebedî kalmasını anlayamıyor!?
Allah’ın sıfatlarının sonsuzluğuna gelince, bu sonsuzluğun ne mekânla, ne de zamanla bir ilgisi var. Zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah’ın sıfatlarının sonsuzluğu da bu mefhumlarla açıklanamaz.
Onun kudreti sonsuzdur demek, “ne kadar âlem yaratırsa yaratsın kudretinde bir noksanlık olmaz” demektir. İlminin sonsuzluğu.