Nefsin iki hali vardır;
Biri; Bela,
Diğeri; afiyettir.
İnsan, başına bir bela geldiği zaman bağırır, çağırır. Durmadan Allah-u Zülcelal'e şikayet eder ve güya Allah-u Zülcelal'e darılır. Her şeye itiraz eder. Allah-u Zülcelal'i töhmet altına almak ister. Ne sabretmeyi bilir, ne de bir nasihatçiye uyar. Yalnız kendi aklına göre Allah-u Zülcelal'e (haşa) eş bulma yoluna gider ve uygunsuz bir yaşam şekline girer.
Ama rahata kavuşunca, ondan daha iyisi yoktur. Güler, oynar, sevinir. Hemen, hiç zaman kaybetmeden şehvet yollarına koşar. Hiçbiri ile yetinmez. Elindeki eskiyince, hemen yenisini aramaya başlar. Yemek beğenmez, içkilerin her çeşidini sofrasında bulundurur. Hatta hanımını bile başından atıp yeni bir hanım arar. Araba da onun için çok mühimdir.
Bu hususta çok titiz davranır ve en son model arabalara biner. Daima o gün için en iyi şeyleri ister. Elinde hazır olan her şeye bir ayıp bulur; hemen onun yenisini tedarik etmek için çabalar. Böylece bütün rahatını kendi eliyle kaçırır. Hal-buki her şeyin kendisi için olmadığını bilmez. Buna akıl erdiremeden, iyi sandığı şeylerin peşinde dolaşır durur. İşte bu haller; insanı yorar. Elde bulunan şeylere razı olmamak, insanı türlü türlü güçlüklere sürükler. Sonu gelmeyen eziyet, içinden çıkılmayan felaketler ve ruhi bunalımlar alır başını gider.
Dünyalığı olduğu halde, rahat etmesi gerekirken, kendi eli ile kendi keyfini kaçırır. Bir de bakar ki; ömür bitmiş, fırsatlar elden kaçmış ve bu hırsı kendisini mahvetmiş.
Bundan sonra öbür alemin işi başlar. İnsan ölür, sorguya çekilir, hesap veremez. Çünkü düzenli hiçbir iş tutmamıştır. Bazı evliyalar buyurmuştur ki; "Bu dünyanın ve öbür dünyanın en çok cefasını çekenler, kendilerine ait olmayanı isteyenlerdir. Yapamayacakları işlerin peşinden koşanlardır."
Bir insan düşünelim ki; bir zamanlar her türlü maddi sıkıntıyı çekmiş ve bu sıkıntıları onun manevi durumunu da bozmuştur. Bu haldeyken sadece başında ki bu belanın gitmesi için dua eder. Yalnız bunun için Allah-u Zülcelal'e yalvarır. Bir gün duası kabul olunur, çektiği bütün sıkıntılar kaybolup gider. Tabii olarak bir rahata kavuşma olur.
Böyle olunca bu insan daha önce düşmüş olduğu bütün sıkıntıları unutur. Sanki hiç sıkıntı çekmemiş ve bütün ömrünü böyle rahat geçirmiş gibi davranır. Allah-u Zülcelal'i unutur, O'na kulluk etmez. Her türlü günahı işlemekten de geri kalmaz. Bu adamın hali nasıl olacak. Elbette ;"İyi olur.” denilemez. Tam tahmin edildiği gibi dünyada israfın yolunu tuttuğu için her şeyi kısa zamanda biter, yine darlığa düşer. Artık eski halini dahi mumla arar. Böylece sürünerek perişan olup, ölür gider. Ama bununla bitse yine iyi; bütün bunların bir de kıyamet gününde hesabını vermek vardır.
Oysa bu insan, beladan kurtulduğu vakit, derhal Allah-u Zülcelal'e şükredip taat ve ibadetin yolunu tutsaydı, bir daha eski haline düşmezdi. Elinde bulunanla yetinip, başka insanların peşine düşmemiş olsaydı, ömrü rahat içinde geçerdi. Hem dünyası, hem ahireti kurtulmuş olurdu. Öyle ise...
Ey Nefsim!
Şayet dünya ve ahiret selametini istiyorsan, sabırlı olmayı öğrenmen lazımdır. Elinde bulunanla yetinmeyi bilirsen, rahat edersin. Daima Allah-u Zülcelal'in vermiş olduğu nimetlere şükredersen Allah-u Zülcelal de senin üzerindeki nimetini artırır.
Elinde olanlara kanaat edersen asıl zenginliği bulmuş ve ruhen rahat olmuş olursun. Dünyevi bir sıkıntıya düştüğünde senden daha kötü durumdakileri düşün. Fakirleri ve senden daha çok borç içindekileri düşün.
Senin sıkıntının onların sıkıntıları yanında hafif olduğunu görür Allah'a şükredersin. Ahiret amellerine bakınca; senden daha ileridekileri düşün, salih amel yapanları, geceleri ibadet edenleri düşün.
Senin amellerinin onların amelleri yanında ne kadar hafif kaldığını anla ve Allah'a yönel. Bu söylediklerimizi iyi anla ve nasıl davranman gerekiyorsa, öyle ol!