Allah-u Zülcelal insana, akıl nimetinden başka, kalp ve mezmum bir nefis vermiştir. Yaratılışları gereği, kalp ile nefsin askerleri arasında daima çatışma ve muhalefet hali bulunmaktadır.
Nefis, ruhu daima dünya hayatına dalmaya davet ederken; kalp, ruhun asıl isteği olan uhrevi saadete, mana alemine davet eder. Bu sebepledir ki, insan ne kadar maddeye dalmış olursa olsun, madde alemine göre hayali saydığı; mucize, keşif, keramet gibi şeylere kulak verir ve meyleder. Nasıl ki; nefsin, şehvet ve gazap olmak üzere iki kuvveti varsa; kalbin de ilim, hikmet ve tefekkür olmak üzere üç askeri vardır. İnsana düşen vazife, kalbine yardımcı olmak; ilim, hikmet ve tefekkürden yardım istemektir. Çünkü nefis, yaratıldığı tabiatı üzere kalırsa, şeytanın askerlerinden olduğu için, sonunda şeytani yollara başvurur. Şeytanın ardına düşer. Böyle olunca, nefsin şehvet ve gazap kuvvetleri kalbe musallat olmakla, Allah-u Zülcelal'in askerlerinden olan kalp, şeytanın askerlerine iltihak etmekle helak olur ve ebedi hüsrana uğrar. İnsanoğlunun bedenindeki nefsin makamı, bir ülkenin hükümdarının makamı gibidir.
Zira beden nefsin ülkesi, karargahı ve şehridir. İnsanoğlunun düşünen akli kuvveti ise, hükümdarı için her hayrı isteyen müsteşar ve akıllı, anlayışlı bir vezir gibidir. Bunun için hükümdar olan nefsin, vücut olan şehre yapacağı zararlara; vezir olan akıl tarafından, nefse hitap edilerek, onu uyarmak suretiyle engel olunmalıdır. Vücut ülkesini harabetmesine engel olmak için, faydalı olan ne ise onu yaptırmaya çalışmalıdır. Nefsin duygu ve âzâları ise sanat erbabı ustalar ve ameleler gibidir. Nefsin şehvet kuvveti ise şehre hayat levazımları getiren kötü bir hizmetçi gibidir. Nefsin gazap kuvveti ise memleketi koruyan emniyet kuvvetleri, âmirleri gibidir. Fakat hayat levazımlarını beden şehrine getiren şehvet kuvveti, gayet yalancı, hileci, aldatıcı ve çirkin bir şahıstır.
Ancak, şaşırtıcı bir şekilde, hayır isteyen nasihatçı bir kimse gibi görünmektedir. Her bir nasihatı altında bir şer, verdiği her şerbetin içinde bir damla zehir vardır. Şehvet kuvvetinin; vezir olan akılla çekişmesi, sözünü dinlememesi, görüşlerini beğenmemesi, nazar-ı itibara almaması adetidir. Bundan dolayı, hiç bir zaman akıla karşı gelmekten ve taaruzda bulunmaktan çekinmez. İşte, durumu bu kadar nazik olan vücut şehrinin padişahı olan nefis, dünyada ve ahirette huzuru elde etmek için o vücut şehri için gerekli olan ne ise onu yapmalıdır. Yoksa Allah-u Zülcelal'in gazabına düçar olur ve perişan olur.
O halde, akıl nefse hitaben şöyle demelidir:
Ey nefsim!
Sen kendi vücut şehrini imar edersen; Allah-u Zülcelal'in emirleri olan ibadet, zikir, sohbet vb. şeyleri yaparsan, hem bu dünyada, hem de öbür dünyada huzur ve kurtuluşunu hazırlamış, Allah-u Zülcelal'in azabından kurtulmuş olursun. Yok eğer kendi vücut şehrini helak edersen; Allah-u Zülcelal'in yasak ettiği haramları yapar; taat, zikir ve sohbetten uzaklaşırsan, iki dünyada da helak olur ve ebedi azaba müstehak olursun!
Nasıl ki, bir padişah kendi memleketi için menfaatli olanı yapar, huzur ve sükuneti sağlar, her türlü olumsuzluklar karşısında tedbirini alır, dışarıdan ve içeriden gelen zararı defederse, huzuru sağlamış olur. Böylece hem kendisi, hem de halkı rahat eder. Yok eğer kendi memleketi için faydalı olanı yapmaz, kendi istek ve arzusuna göre hareket eder, tedbir almaz, huzur ve sükûneti sağlamaz ise; kendi de halkı da helak olur ve memleketi perişan eder. Üstelik daha sonra duyacağı pişmanlık da fayda vermeyecektir. Olan olur; vatan ve milleti kurtaramadığı gibi, saltanatı da elinden gider.
Madem ki, durum gördüğün gibi böyledir;
Ey nefsim!
Aklın vermiş olduğu telkinleri kabul eder, Allah-u Zülcelal ve Resulüne (S.A.V) itaat eder, düşmanlarını da def edersen, Allah-u Zülcelal'in rahmet ve bereketine nail olur, iki dünyada da mutluluğa erersin. Cennet ve Cemalullahla müşerref olursun.
Eğer aklın telkinlerine sırt çevirir, heva ve hevesine uyar ve ona göre hareket edersen, Allah-u Zülcelal'in gazabına düçar olup, bu dünyada pe-rişan olduğun gibi, öbür dünyada da cehenneme müstehak olursun!
Bir çok kişinin yapamayacağı zararları tek başına nasıl yapıyorsun!
Demek ki insan, vücut şehrini helak etmekle, bizzat kendini helak etmiş olacağından, bile bile kendini ateşe atmış olur. İyi bilinmeli ki son pişmanlık, asla fayda vermez.
Şüphesiz, gerek zâhiren ve gerekse mânevi açıdan bir çok insanın kendini, ailesini ve çoluk çocuğunu perişan ettiğini görmekteyiz...